Religion in Hegel


Özcangiller İ. B.

190. Ölüm Yıl Dönümünde Hegel’i Anma Kolokyumu, İstanbul, Turkey, 14 November 2021, pp.1

  • Publication Type: Conference Paper / Summary Text
  • City: İstanbul
  • Country: Turkey
  • Page Numbers: pp.1

Abstract

Bu çalışmada Hegel’in din anlayışı 1821 ile 1831 yılları arasında verdiği Din Felsefesi Üzerine Dersler temelinde öncelikle “Din Kavramı”, ikinci olarak “Eleştirdiği Din Anlayışları” ve son olarak da “Din-Felsefe İlişkisi” olmak üzere üç kısımda incelenecektir.


Hegel’in dine dair görüşleri onun gençlik yıllarından ölümüne kadar uzanan uzun bir zamanı kapsar. Dine dair görüşlerini ilk olarak Tübingen (1788-1793), Bern (1793-1797) ve Frankfurt (1797-1800) dönemlerinde kaleme alır. Bunu takiben Jena döneminde kaleme aldığı ve en önemli eserlerinden biri olan Tinin Fenomenolojisi’nde (1807) din, bilincin bilime yani felsefi bilgi düzeyine yükselişinde felsefeden önce gelen son aşamadır. Jena dönemini takiben Berlin dönemide 1822, 1828 ve 1830 yıllarında Tarih Felsefesi Üzerine Dersler ile 1821, 1824, 1827 ve 1831 yıllarında verdiği Din Felsefesi Üzerine Dersler’de din konusunu detaylı bir şekilde ele almıştır.


Tübingen ve Bern dönemlerinde din konusunu işlerken halk dininin ve öznel dinin savunusu yapmış, ancak öğreti ve dogmaya dayanan kurumsallaşmış ve baskıcı bir biçim kazanmış nesnel dine ise karşı çıkmıştır. Öznel din birey tarafından yaşandığı haliyle dindir ve duygu ile eylem konusudur. Bu bakış açısıyla Hegel ilk yazılarında Hristiyanlığa karşı eleştirel bir tavır takınmaktadır. Ancak Frankfurt döneminde bu bakış açısında büyük bir değişiklik olur. Şöyle ki Tübingen ve ardından Bern’de Sokrates’i İsa’ya tercih eden ve Kant’ın ahlak öğretisini dinin özü ve amacı olarak gören Hegel, Frankfurt döneminde dini Kant’ın ahlak anlayışının üzerinde görür. Bu dönemde dini inancı aklı aşan sevgi deneyimi üzerine dayandırır. Sevgi konusu Hegel’in felsefesinin merkezi haline gelecek diyalektik anlayışının da ilk örneği olarak karşımıza çıkar. Sevgiye dayalı dini inanç görüşü ile Hegel şimdi adeta mistisizmin savunusu yapar. Zira sonsuz ya da mutlak aklın kanıtlamalarını aşan sevgi deneyimine dayanır. Ancak Hegel bunu takiben sonsuzun ya da mutlağın sadece akıl ile bilinebileceği görüşüne geri döner. Ama artık inanç ile aklı uzlaştırma çabası içerisinde bir düşünce yapısına sahiptir. Bunu da ilkin 1801/2 yıllarında kaleme aldığı Differenzschrift eserinde felsefenin amacı mutlağı bilmektir şeklinde belirtir. Ardında yine aynı dönemlerde Eleştirel Dergi’de yayınlanan kısa bir yazısında Tanrı düşüncesinin tekrardan felsefenin doruk noktasına yerleştirilmesi gerektiğini belirtir. Tanrı düşüncesinin felsefenin nesnesi kılınma talebi Hegel’in akıl ile inanç felsefe ile din arasındaki karşıtlığın aslında ayrımda özdeş bir yapıda olması gerektiğine dair düşüncesini ortaya koyar. Hegel bu düşüncesini bundan böyle ölene dek korur. Artık Hegel’in olgunluk dönemine ait sistemi olarak ortaya çıkan ve 1817, 1827, 1830 yıllarında yayınlamış olduğu Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin birinci cildi Mantık Bilimi’nin Giriş kısmında Hegel felsefenin nesnesinin din ile ortak olduğunu ve bunun da Tanrı ya da hakikat olduğunu ileri sürer.

Bu çalışmada “Hegel’in Din Kavramı” başlığı altında dinin insan bilincinin zorunlu ve özsel bir parçası olduğu ve nesnesinin de mutlak olması bakımından aynı zamanda özgürlük ve hakikatin bilinci olduğuna vurgu yapılacaktır. Bu durumda Hegel’in Tübingen ve Bern döneminde insan özgürlüğünü kısıtlayan ve aklı körelten özelliğine vurgu yaptığı nesnel din anlayışının karşısında şimdi hakiki dinin aslında insanın özgürleşme süreci için özsel bir öneme sahip olduğu gösterilecektir. “Hegel’in Eleştirdiği Din Anlayışları” başlığı altında ise akıl ile inancı ve din ile felsefeyi kesinlikle birbirleriyle uzlaşmaz gören pietizm ve rasyonel teolojinin dayandığı temel yanlışın anlama yetisi metafiziğine dayanmaları olduğu gösterilecektir. Anlama yetisine göre düşünmek sadece ayrımlarda takılı kalan ancak spekülatif düşüncenin özelliği olan hakikati organik bir bütün olarak görmeyi engelleyen düşünce yapısına verilen addır. Hegel ayrıca bu düşünceyi sadece ya/ya da şeklinde düşünen dogmatik düşünce olarak nitelendirir. Ancak mutlağı kendisine nesne edinen dinsel bilinç özsel olarak ayrımlarda takılı kalmayacağını tarihsel süreç içerisinde gösterir. Bu da Hegel’e göre açımlanmış din olan Hristiyanlıkta Tanrı’nın bedenleşmesi ve tekrardan kendisine dönmesine ilişkin sembolik anlatım ile ortaya koyulur. Ancak dinsel bilincin düşünce düzeyi her şeye rağmen tasarımsal, yani duyusallıktan tam bir kopuş içerisinde değildir. Bu nedenle de hakikate dair spekülatif yapıyı sembolik düzeyde bilince çıkartsa da bunu kavramsal düzeyde ifade etmek felsefnin işidir. Burada da son bölüm olan “Din-Felsefe” ilişkisine geçilir. Felsefe dinin tamamlanmasıdır. Bir başka deyişle tasarımların kavramlara dönüştürülmesi ve tam anlamıyla özgürlüğün gerçekleşmesidir. Bununla birlikte felsefe dini açıkladığında kendisini ve kendisini açıkladığında dini açıklamış olur. Bu sebeple Hegel felsefenin aynı zamanda teoloji olduğunu dile getirir. Ya da gerçek anlamıyla teoloji felsefenin işe karıştığı din felsefesidir. Din, felsefenin tüm insanlık için hakikati edimsel kıldığı somutluktur. Bu bakımdan Hegel için din ile felsefe bir bütün olarak her daim organik bir birlik içerisindedirler.