Özgürlük Çalıştayı, İstanbul, Turkey, 13 - 14 May 2022, pp.21-22
Küresel ekonomi ve iletişim ağlarının yoğunlaşmasıyla dünyanın giderek küçüleceği ve sınırların ortadan kalkacağına yönelik beklenti ya da söylemler yaygınlık kazansa da, sınırlar uluslararası sistemin en temel ve görünür özelliklerinden biri olmaya devam etmektedir. Gelenekselden moderne geçişte değişen yönetim anlayışları yanında sermaye akışı, ulus aşırı medya ağları ve ticari ilişkilerle coğrafyalar arasında etkileşim ve karşılıklı bağımlığın arttığı doğrulanabilirse de mevcut sınırlar dünya toplumlarını ayrıştırmada ve biçimlendirmede merkezi bir rol oynamaya devam etmektedir. Zira sınırlar, bir taraftan yönetsel güç ve iradenin mücessem formu olarak devletlerin egemenlik alanlarını belirlerken diğer taraftan çevrelediği mekândaki toplumun siyasal ve kültürel kimliğinin inşasında etkili olmaktadır. Bu çerçevede, özellikle ulus devletlerin sahip olduğu sınırların muhkemliği, toplumsal yapının ve kimliğin de kurucu öğeleri olan gelenek, dil ve din gibi unsurların harmanlanmasıyla, öngörülen ortak bilincin yurttaşlarca alımlanmasında işlevsel kılınır. Modernliğin siyasal örgütlenme biçimi olan milliyetçilik düşüncesinin serencamına bağlı olarak gelişen sınır algısı, hem vatan ve millet gibi toplumsal bütünleşmeyi kuşatan hem de kahramanlık, şeref, onur ve şehitlik gibi ölçütlerle desteklenen sembolik değer yüklü bir anlam çerçevesinin pekiştirilmesini sağlar. Böylece sınırlar, bölgelerin yalnızca fiziki ve siyasi olarak ayrıştırılmasını değil aynı zamanda “bütünleştirilen” toplumun kendine özgü biz ve öteki ayrımını sağaltarak kimlik düzleminde psiko-sosyal birer gerçekliğe dönüşümünü ifade eder. Nitekim son yıllarda artan nüfus hareketleriyle birlikte engelleyici göç politikalarının yaygınlaşması, tel örgüler ve yükseltilen duvarlarla tahkim edilen sınırların insansız hava araçlarıyla güvenlikleştirilmesi çabaları, birçok devletin göçü kendisine yönelik önemli bir güvenlik tehdidi olarak algıladığını ortaya koymaktadır. Burada işaret edilen, göçle oluşacak demografik yapıda yalnızca kaynakların bölüşüm gereksiniminden doğacak ekonomik bir tehdit değil, söz konusu toplumsal kimliğin parçalanmasına yönelik risk algılamasıdır. Ekonomisi gelişmiş birçok ülkenin, siyasal kriz ve çatışmalar sebebiyle yerinden edilen milyonlarca insanın yaşam koşullarını iyileştirme çabalarına çekimser kalması, sınırlarına yönelen sığınmacılara ise sert geri itme (push-back) politikaları uygulaması bu durumu kayıtlamaktadır. Bu çalışma, değişen sınır yapıları ve algılarından hareketle toplumsal/siyasal kimliğin nasıl kurgulandığını, özellikle ulus-devlet tasarımında öne çıkan/çıkartılan kimliklerin dönüşümselliğini sınırlar bağlamında ele almayı amaçlamaktadır